17 Mayıs 2020 Pazar

SESSİZ ÇIĞLIK

  BÖLÜM 1 - ŞİDDET

Bugün buraya senin sesin olmaya geldim. Seni yalnızlığından çıkarmaya, güçsüzlüğüne güç olmaya... O sessiz çığlığının ardındaki gerçekten korkmaman gerektiğini, çığlığının gücünü görmeni istedim.

 Hemen hemen her gün bir kadın, erkek veya çocuk cinsel istismara ve şiddete uğruyor. Kimisi buna dur diyebiliyor, kimisi  kendi çığlığı altında eziliyor, susturuluyor, korkuyor ve öldürülüyor..
Cinsiyet, yaş, dil,din ırk ayırt edilmeksizin şiddet ve şiddetin ötesindeki cinsel ve psikolojik istismar şüphesiz ki en çok ihlal edilen insan hakları konusu. Gelişen teknoloji ve medya kullanımıyla beraber bu tür haberlere artık daha fazla rastladığımız aşikar.

Sözcük anlamıyla şiddet; kabalık, sertlik, bedeni zedeleme, kişisel özgürlüğü zorla kısıtlama, güç gösterisi vb. şekillerde açıklanabilir. Ancak şiddet sadece fiziksel değil, psikolojik- ruhsal şiddet şeklinde de olabilir.

Geçmişten bugüne şiddet ve istismar önüne geçilemeyen bir sorun olarak varlığını sürdürüyor. Ne yazık ki bu şiddetin ve ötesinin bir çoğu aile içerisinde yaşanıyor.
 Kayıtlara yeterince geçmemekle beraber her yedi saniyede bir kadın şiddet görmektedir. Şiddetin temelinde ekonomik durumlar - eşitsizlikler, psikolojik sorunlar, ataerkil yetiştirilme tarzı gibi sebepler yatıyor. Şiddete eğilimin yine ardında yatan en büyük sebeplerden biri olan geçmişte yaşanmış travma ve korkular diyebiliriz.  Çocukluğunda veya ergenlik döneminde şiddete maruz kalmış veya şiddete tanık olmuş bireylerin ilerleyen dönemlerde şiddet eğiliminde oldukları gözlemlenmiş olup bu konu üzerinde bir çok kişilik gelişimi teorileri ortaya atılmıştır. Bu bireyin yaşadığı şiddeti sadece fiziksel olarak ele almak yanlış olur. Bu şiddet psikolojik-duygusal , cinsel, ihmal şeklinde şiddetlerde olabilir. Bu travmalı bireylerin bir çoğu korkularını hapsettiği için sosyal hayatında bunu bir güç mekanizması olarak kullanıp saldırgan davranışlar sergileyebilir. Aynı zamanda oldukça sık karşılaşılan aile içi geçimsizlikte şiddetin varlığı göz ardı edilemeyecek kadar büyük. Günümüzde eşi tarafından herhangi bir hakarete, fiziksel zorbalığa uğrayan birçok kadın var. Bu sensin ve senin ailen.. ''Erkektir, eşimdir,babamdır yapar'' söylemleriyle bu durumu basitleştiremezsin, basitleştirmemelisin de.. 

Unutma ki bir kere sözlü veya fiziksel şiddette bulunan bunun devamını getirecektir ve sen buna izin vermemelisin. Şiddete eğilim bir hastalıktır bir bahane değil. Birçok kadın ekonomik yetersizlikleri, aile baskısı, varsa çocuk için, elalem ne der düşüncesi ve tehdit gibi sebeplerden ötürü bu şiddete karşı sessiz kalmayı tercih ediyor. Zaman zaman bu şiddete karşı çıkıp boşanma, uzaklaştırma gibi hukuki boyutlara başvuranlar ise ya amacına ulaşıp sesini duyuruyor ya da o sessiz çığlığının içinde yok oluyor.. Peki bu şiddet neden oluyor ? Neden haklarımız ihlal edilirken ötekileştirilen biz oluyoruz? Bu soruların cevabını genel olarak toplum yapısı, gelenek görenek ve yetiştirilme tarzı, anlık cinnet şeklinde cevaplasak da ardında yatan sebepleri çoğu zaman görmezden geliyoruz.

Basit bir örnekle ele alacak olursak, ilk başlarda gayet iyi giden bir ilişki ilerleyen dönemlerde sorunlarla karşılaşıyor. Kıyafetine karışıyor mesela.. Sende ilişkide fedakarlık adı altında kendi benliğinden ödün vermeye başlıyorsun farketmeden. Halbuki seninle tanıştığında seni sen diye seven kişi birden seni görmek istediği kişiye dönüştürmeye başlıyor. Bir süre sonra o kıyafetin altındaki gerçek seni gördüğünde işler rayından çıkıyor. Saygı bitiyor, tehditler, hakaretler ve şiddet  başlıyor. Tabii bu durum hep böyle olmuyor. Bazen bekaretini sorguluyorlar ebeveynler, sevgili,eş gibilerden şiddete maruz kalıyorsun. Bazen cinsel kimliğini kabul etmiyorlar. Bazen ekonomik ve sosyal statünün karşı tarafa eş veya fazla olmasını istemedikleri için bu şiddete maruz kalıyorsun. Bazen de dersten kırık not aldığın için seni şiddetle cezalandırıyorlar.
Bunlar şiddetin içinden bazı örnekler sadece..

Şiddet affedilebilir, tolerans gösterilebilir bir eylem değil. Şiddete sessiz kalmak onu daha güçlü kılmaktan başka bir şey değil. Biliyorum bazen elinden bir şey gelmiyormuş gibi hissediyorsun, korkuyorsun belki de sesini çıkardığın an sana daha fazlasını yapabileceğinden. Ama şunu unutma kendini ve sevdiklerini korumak için bu şiddete sessiz kalmak zorunda değilsin. Ve burada ilk olarak düşüneceğin sen olmalısın. Çünkü önce kendini düşünüp korumazsan sevdiklerini, sen ve senin gibi olanları da koruyamazsın.


Anlayacağın seni ''SEN'' yapan özelliklerden vazgeçme ! Eğer vazgeçersen acizliklerini güç gösterisine çevirerek örtmeye çalışmaya devam edecekler.   Bu yüzden bu hastalıklı düzene boyun eğme. İnan bana kendinden vazgeçersen hiçbir şey düzelmeyecek aksine seni zincire vurmalarını izleyeceksin. Yapabilirsin.. Onlardan daha güçlüsün.. Çünkü bu ''SEN''sin.


İşte şimdi sessiz çığlığımızı duy, sesimiz ol !




12 Ağustos 2018 Pazar

NOKTA VE ÇEMBER






 Söze nasıl değil , nereden başlayacağımı bilmiyorum , bilemiyorum.. Sonsuz bir evren ve nokta kadar ben , biz , hepimiz. Koskoca evrende sadece bir kendimiz varmış gibisine içimizde büyüttüğümüz , sorumluluklar yüklediğimiz , duygu karmaşası yaşadığımız adına hayat , yaşam vb. şekillerde adlandırdığımız bir şeyin içindeki varoluş çabasında nasıl kirlendiğimizi hiç düşündük mü? Ben düşündüm ve hala varolmak için kirlenmeye devam ediyorum.

İnsan nedir ? Gibi sorular sorup bilimsel tezlerle açıklamak yerine iç dünyamızda yaşadığımız gel gitleri anlatmaya çalışacağım kendimce.

Beden , zihin ve ruh üçlüsünün mükemmel bir yapısı olan insanın kendi içsel  karmaşasını çözmeye çalışırken ve yahut sorunlarından kurtulmaya çalışrken nasıl yine kendine sığındığından bahsetmek istiyorum.
Küçüklüğümden beri kendimi hep farklı hisseden biriydim. Yaşadığım her şeyi önce aklıma sonra kalbime kazıdım. Hiçbirini unutmadım. Bir yandan herkes gibiyken bir yandan çok farklıydım en azından derinlerde bir yerlerde bunu hissediyor veya inanıyordum. Zaman zaman karşılaştığım zorluklardan kaçmaya çalışırken kendimi yine kendi kurduğum çemberin içinde buldum. O anda ise büyüdüğümü ve yaşadığım her şeyin benim için yeni başlangıçlar , yeni yüzleşmeler olduğu kanaatine vardım.  Gün geçtikçe kendimi , ailemi , arkadaşlarımı ve onlarcasını izledim. Herkesin birbirinden ne kadar farklı olduğunu gördüm. Bu süreçte okula başlamıştım. Yeni arkadaşlar , oynanan oyunlar, cicili bicili kıyafetler, renkli kalemler monoton küçük dünyamı o kadar renklendirmişti ki aslında omuzlarıma bırakılan sorumlulukların ve mücadelelerin içinde o küçük dünyamın nasıl renklendiğini değil nasıl kirletildiğini görememiştim. Her şey o kadar toz pembe geliyordu ki ebeveynlerimin çatışmalarını , küçük yaşta yakalandığım hastalığın psikolojik ve fiziksel hasarlarını farketmem birkaç yılımı aldı. Bunların farkına vardığımda ise kendi çemberimi oluşturmaya başladım. Biraz daha büyüdüm ve kendimi bir dönüm noktasında buldum bu dönüm noktası çemberime ekleyeceğim noktalardan sadece biriydi ama yükü ağır geliyordu. Hayatımdaki her şey bir anda yerle bir olmuştu ve yenisini inşa etmek zorundaydım bunun içinse bir seçim yapmam gerekiyordu. Yaptığım seçim beni bambaşka bir yöne sürükledi. Çemberimdeki noktalar giderek artıyordu. Aşık oldum , dostluklar edindim, kimi zaman düşman kesildim. Her bir duygu başka bir nokta demekti. Yaşattığım ve yaşadığım her ne varsa beni kirletti. Birçok renge büründüm sanki. Aidiyet duygumu kaybetmiş gibiydim. Aidiyeti kendimde değil de başka yerlerde başka kişilerde arıyordum çünkü. Her seferinde yenildim , pes etmedim denedim yine yenildim. Ayağa kalkmak değildi mesele farkındaydım. Mesele pes etmemekti , her yenilgiyi tadıp yine yenilmekti. Bu süreçte daha çok kirlendim , kirletildim ve kirlettim. Diğer herkesten kendini farklı hisseden o çocuk nasıl oldu da herkes gibi davranmaya başladı diyeceksiniz belki de...
Herkesleştiğimi farkettiğim gün aynaya baktım uzun uzun baktım. Düşündüm bir insanın düşünebileceği her şeyi düşündüm. O aynada sadece kendimi değil varoluş savaşında kirlenmeye mahkum herkesi gördüm. İşte bu noktada anladım. Kendimi herkesten farklı hisseden BEN bir şeyi atlamıştım.
Aslında hepimiz aynıydık. Aynı beden aynı zeka aynı irade aynı ruh..
Birbirimize bu kadar benzerken nasıl bu kadar farklı olabiliyorduk? Bizi birbirimizden ayıran tercihlerimiz miydi ? Coğrafi ve sosyokültürel farklılıklarımız mıydı?
Hayır. Bizi birbirimizden farklı kılan tek şey  kurduğumuz çemberin içindeki  küçük noktalardı... Çemberdeki her nokta ise varoluş savaşının üzerimize yapışan kirleriydi..